Türkiye, Suriye devrimi boyunca önemli bir rol oynamış, savaşın gidişatını ve bölgesel dinamikleri etkilemiştir. Başlangıçta Türkiye, Arap Baharı sırasında ortaya çıkan devrimci grupları destekleyerek, Beşar Esad’ın zalim diktatörlüğünü devirmeye odaklanmıştı. Ancak çatışmalar ilerledikçe, özellikle kuzey Suriye’de PKK ile bağlantılı Kürt milislerin yükselişi Türkiye’nin önceliklerini değiştirdi. Ankara, bu durumu varoluşsal bir tehdit olarak görmektedir.
Türkiye’nin en büyük endişelerinden biri, özellikle PKK’nin Suriye kolu olan Halk Koruma Birlikleri (YPG) gibi PKK bağlantılı gruplar olmuştur. “The Rest Journal”da yer alan bir makaleye göre, “PYD/YPG ve IŞİD’in yükselişi” Türkiye’nin yaklaşımını önemli ölçüde değiştirmiş ve Esad’ı devirmeyi birincil hedef olarak görmek yerine, sınır güvenliğini sağlamaya ve kuzey Suriye’de özerk bir terörist devletin kurulmasını engellemeye öncelik vermesine yol açmıştır.
Bu stratejik değişim, Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları gibi doğrudan askeri müdahaleleriyle belirginleşmiştir. Bu operasyonlar, çoğunluğu PKK’ya sadık Kürt milislerden oluşan Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) zayıflatmayı amaçlamıştır. Bu askeri kampanyalar, Türkiye’nin bölgede kendi vekil güçlerini desteklemekten doğrudan müdahaleye geçişini simgeleyerek, Suriye’deki jeopolitik hedeflerden çok ulusal güvenliğe odaklanmaya başladığını göstermektedir.
Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkisi, Suriye’deki çatışmanın gidişatını belirlemede önemli bir faktör olmuştur. İki ülke başlangıçta karşıt tarafları desteklese de (Rusya Esad’ı, Türkiye ise devrimcileri) 2016’dan itibaren aralarındaki işbirliği gelişmiştir. Bu dönüşüm, özellikle ABD’nin SDG’ye verdiği destekten dolayı Türkiye’nin ABD politikalarına duyduğu hayal kırıklığına bağlanmaktadır ve her iki ülkenin de Suriye krizini yönetme konusunda ortak çıkarları vardır.
Bir dergiye göre, “Türkiye’nin artan güvenlik tehlikeleri ve başarısız darbe girişimi… ülkenin Rusya ile daha güçlü bağlar kurmasına yol açtı.” Bu ortaklık, Suriye’deki mevcut güç dengelerini şekillendirmede önemli bir rol oynamıştır. Türkiye, Rusya ve İran ile birlikte Astana barış görüşmelerine katılmış ve bu üç ülke farklı gündemlere rağmen çatışmayı yönetme konusunda koordinasyon sağlamıştır.
Bu yıl Erdoğan, Esad ile uzlaşmaya çalışarak Ankara ile Şam arasındaki ilişkileri normalleştirmeye yönelik aylar süren bir çaba sarf etti. Ancak Rusya’nın bu yakınlaşmayı kolaylaştırma çabalarına rağmen, bu girişimler durma noktasına gelmiş görünmektedir.
Türk ordusu, Rusya ve Esad’ın kuzeybatı Suriye’deki İdlib bölgesine yönelik saldırılarının devam ettiği bir süreçte, kuzey Suriye’de askeri hazırlıklarını ve faaliyetlerini artırmıştır. Sınır boyunca artan hareketlilik, Türkiye’nin büyük olasılıkla Suriye Milli Ordusu (SMO) unsurlarıyla desteklenen sınır boyunca üçüncü büyük kara harekâtını planlıyor olabileceği yönünde spekülasyonlara yol açmıştır. SMO, kuzey Suriye’de Türk kontrolündeki bölgelerdeki devrimci gruplardan oluşan bir konfederasyondur.
Geleceğe dair tahminler, Ankara’nın kuzey Suriye’de belirleyici bir rol oynamaya devam edeceği yönündedir. PKK’nin hâkimiyetinde bir Kürt devleti kurulmasını engelleyen uzun vadeli bir tampon bölge oluşturma hedefi merkezde kalacaktır. Ancak Türkiye’nin ABD ve Rusya arasında izlediği hassas denge, gelecekteki hamlelerini şekillendirecektir. Mültecileri barındırmak ve sınır güvenliğini sağlamak gibi eylemler, özellikle Türkiye’nin Avrupa ve Arap dünyası ile olan ilişkileri üzerinde büyük etki yaratmaktadır. Türkiye’nin Suriye’deki rolü önemli olmaya devam edecek, ancak bu rol, küresel güçlerle olan ilişkilerini nasıl yönettiğine ve ulusal çıkarlarını ne ölçüde koruyabildiğine bağlı olacaktır.