Bu röportajda L24 ile Beyrut’tan imam ve vaiz olan Şeyh Siracuddin Zureykat, Suriye’ye taşınma nedenlerinden ve Lübnan ile bölgenin karşı karşıya kaldığı daha geniş siyasi ve dini sorunlardan bahsediyor. Suriye devrimcileriyle olan çalışmaları, Hizbullah’ın Lübnan ve Suriye’deki rolüne dair görüşleri ve İran’ın etkisi üzerine konuşuyor.
L24: Suriye’ye taşınmanıza ne sebep oldu? Eğitsel, dini ya da sosyal faaliyetler olsun, çalışmalarınız hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?
Allah’a hamdolsun, Allah Resulü’ne selam ve rahmet olsun. Öncelikle kendimi tanıtayım: Ben Beyrut’tan Allah’ın aciz bir kulu, Siracuddin Zureykat, Beyrut’ta imam ve vaizim. 2012 yılında Suriye’ye iki ana sebepten dolayı gittim: Birincisi, Hizbullah’ın Lübnan’daki politikalarına karşı çıkan vaizler, âlimler ve herkes üzerindeki güvenlik güçlerinin baskısı. Bundan önce Suriye istihbaratının politikalarına da karşı çıkmıştık. Hizbullah’ın Lübnan’da bize yönelik saldırıları son yirmi yıl boyunca durmadı. Örneğin, 7 Mayıs 2008’de Hizbullah’ın Beyrut’a saldırısı, 2013’te Sayda’daki Abra Camii’ndeki olaylar ve diğerleri. Esad rejimi ve müttefiki Hizbullah, 30 yıldır güvenlik personeli, gazeteciler ve siyasetçiler de dahil olmak üzere muhaliflerini katletme politikasını sürdürüyor. İkinci sebep ise Suriye’deki kardeşlerime, Esad’ın suç rejimine karşı olan devrimlerinde yardım etme arzumdur. Lübnan’da on yıllardır bu rejimin zulmünü gördük. Nasıl olur da mazlum ve işkence gören Suriyeli halkımızın sınırlarında durup katliamlara, onurlarına yönelik saldırılara ve çocukların öldürülmesine şahit olup hiçbir şey yapmayız? Suriye’deki çalışmam vaaz vermek ve özellikle kurtarılmış bölgelerde savaşçılara ve devrimcilere rehberlik etmek üzerine odaklanıyor; bu, akademik çalışmalarımın bir parçası.
L24: Devam eden çatışmalar bağlamında Lübnan’daki mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Lübnan’daki savaşın temel nedenleri nelerdir ve olayların gidişatını nasıl görüyorsunuz?
Hizbullah, şu anda Siyonistlerin Lübnan’da benzeri görülmemiş bir saldırısına maruz kalıyor çünkü Hizbullah, İran’ın bölgedeki en güçlü aracıdır. Hizbullah, Lübnan’ı İran’ın ve onun projesinin bir savunma hattı haline getirdi. Bugün Lübnan halkı, canları ve mallarıyla bunun bedelini ödüyor, ancak İran onları desteklemek için hiçbir şey yapmıyor! Bunun yerine İran, Batı ile yaptığı anlaşmalarda Hizbullah’ı ve diğer Arap Şiilerini kurban ediyor. Lübnan’daki bitmeyen huzursuzluklar doğrudan Hizbullah’ın devleti domine etmesiyle bağlantılıdır. Devletin aldığı kararlar, Hizbullah’ın iç ve dış politikalarına aykırı olduğunda ciddi şekilde engelleniyor. Hizbullah, yıllar boyunca Lübnan’da politikacıları, güvenlik güçlerini ve gazetecileri, özellikle Rafiq Hariri, Vissam el-Hassan, Samir Kassir ve Pierre Gemayel gibi eleştirmenlerini ve rakiplerini ortadan kaldırmak için onlarca suikast gerçekleştirdi.

O aynı zamanda Lübnan’daki İslami grupları zayıflatma konusunda yoğun bir şekilde çalışıyor, onların faaliyetlerini sınırlıyor ve büyümelerine ya da herhangi bir şekilde güçlenmelerine izin vermiyor. Bu, Esad rejiminin Lübnan’a girdiği andan itibaren izlediği yaklaşımdır; Trablus, Beyrut, Sayda ve diğer bölgelerdeki Sünni topluluklara yönelik kitlesel katliamlar ve yıkımlara neden olmuştur. Bu baskıcı yaklaşım sadece Sünnilerle sınırlı kalmadı, Hristiyanlar, Dürziler ve hatta muhalif Şiiler gibi diğer mezheplere de yayıldı.
L24: “Hizbullah”ın Suriye çatışmasına katılımı hakkında ne düşünüyorsunuz? Hem askeri hem de dini açıdan rollerini ve bölge üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle, “Hizbullah”ın Suriye’de devrimden, yani 2011’den önce bile üsleri, kampları ve varlığı olduğunu açıklamak önemlidir. Onun suçlu Esad rejimiyle birlikte Suriye devrimini bastırmadaki katılımı, Humus kırsalında, özellikle El-Kusayr bölgesinde, Haziran 2011’de başladı. Daha sonra 2012 yılında Baba Amr, Zebadani ve Halep savaşlarına katıldılar. “Hizbullah”, suçlu Baas rejimini güçlendirme ve Suriye halk devrimini bastırmada önemli bir rol oynadı. Baas rejimi yetkililerine göre, “Hizbullah” devrimci gruplara karşı savaşan en büyük askeri güçtü. Kusayr, Kalamun, Zebadani, Madaya, Guta, Halep, Dera ve hatta Filistin kampları dahil olmak üzere birçok bölgenin bombardımanına ve kuşatmasına katıldılar, Filistin ve halkını destekleme iddialarına rağmen. Bu, “Hizbullah”ın Suriye’deki rolünün doğru tarihsel bağlamıdır, IŞİD gibi aşırılık yanlılarına karşı mücadele ettikleri şeklindeki sahte anlatı değil. 2011’de IŞİD nerede vardı?! “Hizbullah”, baskıcı bir zalimin yanında yer aldı ve Suriye halkına karşı durdu; 2006’da İsrail’in Lübnan’a saldırısı sırasında Beyrut’un güney banliyölerindeki, güneydeki ve Beka’daki sakinleri ağırlayan aynı Suriye halkına karşı. “Hizbullah” ise Suriyelilere, misafirperverliklerinin karşılığını katliamlar, sürgünler, kuşatma ve açlıkla ödedi. Bugün de Esad rejimi ile iş birliği yaparak Suriyelilere zulmetmeye ve onları öldürmeye devam ediyor.
L24: Bazıları Suriyelileri Nasrallah’ın ölümünü kutlamakla suçluyor. Bu eleştirilere nasıl yanıt veriyorsunuz? Müslümanın bu gibi durumlarda nasıl tepki vermesi gerektiği konusundaki görüşünüz nedir ve bu suçlamalara nasıl karşılık veriyorsunuz?
Suriyelilerin ve diğer Müslüman toplulukların suçlu zalim Hasan Nasrallah’ın ölümünden duydukları sevinç, onun kendilerine yaptığı zulüm ve baskıya, ayrıca Şam’daki zalime yardım etmesi nedeniyle anlaşılabilir bir şeydir. Suriyeliler, kendilerine zulmeden, onları öldüren, çocuklarını korkutan ve yakınlarını hapse atan birinin ölümüne nasıl sevinmesinler?

Bu sevinç, dua eden mazlumların Allah’ın dualarına karşılık verdiğini ve zalimlerine karşı adil bir şekilde intikam aldığını görmelerinden kaynaklanan bir sevinçtir. Bu sevinç, Siyonistleri desteklemek ya da onlarla birleşmek anlamına gelmez. Şam halkını tanıyanlar, onların Gazze’deki kardeşlerinin yanında durduğunu ve ellerinden gelen tüm yollarla onları desteklediklerini bilirler.
L24: Neden İran’la ittifakı bir hata olarak görüyorsunuz? Bu tür ittifaklara karşı olmanıza neden olan dini veya siyasi sebepler nelerdir, özellikle İslami açıdan?
İran, özellikle Devrim Muhafızları aracılığıyla, Suriye, Irak ve Yemen’de Müslümanların katledilmesinde ve devrimlerinin bastırılmasında doğrudan rol oynamış, düşmanca ve saldırgan bir devlettir. Aynı zamanda Lübnan’daki Müslümanların, aracısı olan Hizbullah ve Amal Hareketi yoluyla baskı görmesine, öldürülmesine ve aşağılanmasına da katkıda bulunmuştur. Suçlularla yapılan her türlü ittifak, İslam’a, Müslümanlara, şehitlerin kanına ve yıllardır İran’ın saldırganlığına maruz kalan Arap ve İslam ülkelerimizin kurbanlarına ihanet anlamına gelir.
İran, Şam ya da Basra Körfezi olsun, bölgedeki tüm ülkeler için bir tehdit oluşturuyor. Ümmetin enerjisi bu tehlikeye karşı seferber edilmelidir. Ancak bu, Siyonistlerden ve onların bölgede genişlemeci projelerinden kaynaklanan tehdidi görmezden gelmemiz gerektiği anlamına gelmez.
L24: Neden rejim kontrolündeki bölgelerden gelen birçok mülteci, rejim kontrolündeki bölgelerde kalmak yerine Suriye’nin kuzeyine gitmeyi tercih ediyor? Bu yer değişikliğine katkıda bulunan faktörler nelerdir ve bu soruna insani ve siyasi açıdan nasıl bakıyorsunuz?
Mülteciler, suçlu rejim kontrolündeki bölgelerde bulamadıkları güvenliği arıyorlar. Bu bölgeler, uyuşturucu kaçakçıları ve hırsızlardan oluşan çetelerle dolu, bu da siviller için güvensiz bir durum. Sonuç olarak, Lübnan’dan gelen çoğu Suriyeli mülteci, rejimin ihanetini ve zulmünü çok iyi bildikleri için doğrudan özgürleştirilmiş bölgelere yöneliyor. Rejim kontrolündeki bölgelerde kendilerine bir gelecek olmadığını biliyorlar. Birçok mülteci rejimin “vatan kucaklaması” anlatısına aldanmıştı, ancak sonuçta Esad’ın zindanlarına atıldılar ya da İranlı milislere teslim edildiler.