Filistin davasıyla dayanışma adına Esed rejimi uzun yıllar boyunca İsrail işgaline karşı direnişin sarsılmaz bir müttefiki olarak kendini konumlandırdı. Rejim, Filistinli mültecileri kabul etti, İsrail’e karşı sert söylemler kullandı ve kendisini İran, Suriye ve Hizbullah’tan oluşan sözde “Direniş Ekseni”nin temel direği olarak sundu. Ancak bu görüntünün ardında, Filistinli gruplara ve bireylere yönelik sistematik baskı, ihanet ve şiddetle dolu bir tarih yatmaktadır. Son dönemde ortaya çıkan tanıklıklar ve yeni erişime açılan belgeler, Esed rejiminin Filistinlilere karşı işlediği suçları gözler önüne sererek, rejimin yıllardır dile getirdiği destek söylemlerini çürütmektedir.
Baskının Mirası
Esed rejimi, söylemlerine rağmen Filistinli hareketleri sürekli olarak baskı altında tuttu. İstihbarat servisleri aracılığıyla Filistinlileri izledi, tutukladı ve işkenceden geçirdi. Rejimin istihbarat birimleri, özellikle bağımsızlık savunan veya Esed ailesinin hakimiyetini sorgulayan Filistinli grupları hedef aldı. Bu baskının en önemli araçlarından biri, Şam’da bulunan ve istihbaratın kontrolündeki ünlü bir cezaevi olan Filistin Şubesi (Şube 235) idi.
1969 yılında zalim Hafız Esed döneminde kurulan Filistin Şubesi, zaman içinde sadece Filistinli direnişçileri değil, Suriyelileri, Lübnanlıları ve rejime tehdit olarak görülen diğer grupları da hedef almaya başladı. İsmi Filistin davasına bağlılık çağrıştırsa da bu merkez, işkence, keyfi tutuklama ve infazların kurumsallaştığı bir yapıya dönüştü. Filistinli hareketleri desteklemek yerine rejim, bu hareketleri sızdırdığı ajanlarla zayıflatmaya ve susturmaya çalıştı. Bir mahkumun ifadesiyle: “Filistin Şubesi ile bildiğimiz Filistin arasındaki tek bağlantı, burada ve orada dökülen şehit kanıdır.”
Bu tür eylemler, yalnızca Filistinli hareketleri parçalamakla kalmadı, aynı zamanda Filistin davasına da büyük zarar verdi. Güvenli bir sığınak olması gereken bir ülkeyi bir katliam merkezine çeviren Esed rejimi, Filistin halkının güvenini de boşa çıkardı.
“Bir İnsan Mezbahası”
Esed rejiminin çöküşüyle birlikte ele geçirilen belgeler ve tanıklıklar, Filistin Şubesi’nde yaşanan vahşeti gözler önüne serdi. Hayatta kalanlar, gözleri bağlı şekilde tutulduklarını, sistematik işkencelere maruz kaldıklarını ve insanlık dışı koşullar altında sahte itiraflar vermeye zorlandıklarını anlatıyor.
Eski bir mahkum olan Yasir, devrime katıldıktan sonra yaşadıklarını şu sözlerle dile getirdi: “Beni demir çubuklarla dövdüler, baş aşağı astılar, kan kaybedene kadar işkence ettiler. Onlar için tek önemli şey, mahkumları suçu kabul etmeye zorlayarak pazarlık konusu yapmaktı.”
[Anadolu Agency]
Filistin Şubesi’ndeki koşullar, Sednaya ve Mezzeh hapishanelerinde yaşananlarla büyük benzerlik gösteriyordu. 2011’den bu yana Esed’in cezaevlerinde en az 700 Filistinlinin işkence altında öldüğü tahmin ediliyor. Binlerce kişinin akıbeti ise hala bilinmiyor.
Ancak rejimin hapishanelerinin özgürleştirilmesi, kayıpların yakınları için umut ışığı oldu. 17 yıl boyunca kayıp olan İbrahim Freihat ve tam 39 yıl sonra serbest bırakılan Beşar Yahya gibi mahkumların özgürlüğüne kavuşması, bir yandan büyük bir zafer olarak görülürken diğer yandan rejimin ihanetini hatırlatan acı bir gerçek olarak kaldı.
İsrail ile İşbirliği
Beşar Esed rejiminin çöküşüyle birlikte açığa çıkan belgeler, rejimin “Direniş Ekseni”ndeki rolüne dair efsaneyi tamamen çürüttü. İstihbarat servisleri ile İsrail yetkilileri arasındaki gizli görüşmelere dair sızdırılan belgeler, Esed rejiminin yıllardır yürüttüğü İsrail karşıtı söylemlerin gerçeği yansıtmadığını gösterdi.
Rejime ait resmi mühürler taşıyan belgelerde, İsrail’in İran ve Hizbullah’ın Suriye’deki faaliyetlerini kısıtlama talebiyle rejime baskı yaptığı görülüyor. Başka bir belgede ise, rejimin İsrail’in Suriye’deki İran hedeflerine yönelik askeri operasyonlarını kolaylaştırdığı belirtiliyor.
Kimileri Esed’in İsrail’le işbirliğini hayatta kalma mücadelesi olarak yorumlasa da gerçek şu ki: Esed rejimi hiçbir zaman Filistin’in kurtuluşunu öncelik olarak görmedi. Filistin davasını bir propaganda unsuru olarak kullanırken, kendi çıkarlarını koruma adına İsrail’le gizli anlaşmalar yaptı.
Bu gerçeklerin gün yüzüne çıkmasıyla birlikte, Beşar Esed’in “direniş” söylemi tamamen çökmüş oldu. Artık rejimin baskıları ve ihanetleriyle yüzleşme zamanı geldi.
Sessiz ve Etkisiz Müttefikler
Bu ihanetlere rağmen, Esed’in en yakın müttefikleri olan İran ve Hizbullah sessiz kaldı. Eğer gerçekten Filistin mücadelesine bağlı olsalardı, Esed rejiminin İsrail ile işbirliğini kınamaları gerekirdi. Ancak bunun yerine, çökmüş rejimi desteklemeye devam ettiler.
İran, Esed’in düşüşünün ardından yeni Suriye yönetiminin İsrail karşıtı olması gerektiğini savunarak kendini olaylardan uzak tutmaya çalıştı. Ancak hem Filistinliler hem de Suriyeliler, İran ve Hizbullah’ı, bir diktatörü destekleyerek savundukları halkları yüzüstü bırakan fırsatçılar olarak görmeye başladı.
Adalet ve Uzlaşma Yolunda
Filistinliler ve Suriyeliler için Esed rejiminin çöküşü, uzun ve zorlu bir iyileşme sürecinin başlangıcını temsil ediyor. Eski mahkum Yasir’in sözleriyle: “Allah’a şükür ki bazı mahkumlar özgürlüğüne kavuştu… Herkes her şeyin yoluna girmesini umut ediyor.”
Ancak umut tek başına yeterli değil. Esed rejiminin Filistinlilere ve Suriyelilere yaptığı ihanet unutulmamalı. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve adalet sağlanmadıkça, bu yaralar iyileşmeyecek. “Direniş Ekseni” efsanesi yıkıldı ve geriye ihanetle dolu bir miras kaldı.